1 Mayıs, dünyada emek ve dayanışmanın günü olarak kutlanır. Yani takvimdeki adıyla "İşçi Bayramı".
Ancak ülkemizde bu bayram, ne yazık ki birçok işçi için çalışmak zorunda kaldığı bir gün olmaktan öteye geçemiyor.
Düşünün; adına “İşçi Bayramı” denilen bir gün var ama o gün, marketlerde, inşaatlarda, fabrikalarda, kargo şirketlerinde ya da temizlik işlerinde çalışan binlerce insan iş başında.
Çünkü o sektörlerde “iş durursa düzen durur” anlayışı var. Oysa bu insanlar, bu düzene omuz verenler. Yıl boyunca tatil yapmadan çalışan, geçim derdine düşen, bayramlarda bile sevdiklerine zaman ayıramayan bu insanlar neden bir gün olsun durup dinlenemesin?
Bu sorunun yanıtı, sadece işverenlerin vicdanında değil, sistemin çarklarında gizli. Örgütsüzlük, güvencesizlik ve sendikasızlık, işçiyi bayram günlerinde bile hak ettiği izinden mahrum bırakıyor.
Bazı işçiler “çalışmak zorundayım, yoksa yevmiyem kesilir” derken, bazıları ise “bugün çalışırsam iki kat yazar” umuduyla gönülsüzce işe gidiyor.
Yani İşçi Bayramı bile bir lüks haline geliyor.
Bu tablo sadece adaletsizliği değil, çarpık bir anlayışı da gözler önüne seriyor: Emek, sadece sözcüklerde kutsal; pratikte değil.
Oysa 1 Mayıs’ın anlamı, işçinin insanca koşullarda yaşaması, haklarının tanınması ve bir gün bile olsa başı dik bir şekilde kutlamaya katılabilmesidir.
Gerçek bir bayram, işçinin çalışmadığı, sokakta halay çekip slogan attığı gündür.
Belki bir gün bu çelişki ortadan kalkar. Ama o gün gelene kadar her 1 Mayıs’ta şunu sormaya devam etmeliyiz: İşçinin bayramı, gerçekten onun mu?