Son zamanlarda ekranlarda, köşelerde, sosyal medyada sıkça rastlıyoruz:
Kimi bir kesimi hedef alıyor, kimi inancı, kimi yaşam tarzını.
Söyleyen yorumcu, yazan köşe yazarı, kendine "cesur" diyor.
Ama biz iyi biliyoruz: Nefret cesaret değil, korkunun kılığıdır.
Yazmak, karşıdakine laf çakmak değildir.
Kalem, öfkeyle değil, sorumlulukla tutulur.
Kelimeler, tetik gibi değil, ışık gibi kullanılmalıdır.
Bugün bir yazar "sert" konuşunca takipçi kazanıyor,
bir başkası "öfke dili"yle gündeme geliyor.
Ama toplumda bir şey eksiliyor:
İnsanlık.
Gazeteci, yazar, yorumcu…
Kim olursak olalım, düşüncelerimizi savunurken
başkalarının varlığına saldırmadan konuşmayı öğrenmeliyiz.
Eleştirinin de, mizahın da, polemiğin de bir sınırı vardır:
İnsana, kimliğe, varoluşa zarar vermemek.
Yoksa kalem, bilgi taşımaz.
Sadece yangın çıkarır.
Esas mesele şudur:
Kalemin ucu sivri olabilir.
Ama vicdanın körelmemeli.
Bugün yazarken, konuşurken bir kez daha düşünelim:
Bir görüş mü dile getiriyoruz, yoksa sadece öfke mi kusuyoruz?
Ve unutmayalım:
Söz uçar ama dilin bıraktığı yara kolay kolay geçmez.