Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, Ukrayna’ya 15 Mayıs’ta İstanbul’da “ön koşulsuz müzakere” teklifinde bulunması, savaşın gölgesinde yanan küçük bir umut ışığı gibi karşılandı. ABD Başkanı Donald Trump’ın da bu çağrıya destek vererek “Ukrayna bunu hemen kabul etmeli” çıkışı, dikkatleri yeniden diplomasi masasına çevirdi. Ancak bu çağrıların arkasında ne kadar samimiyet, ne kadar strateji olduğu sorusu akıllarda.
Türkiye’nin burada üstlendiği rol oldukça kritik. Jeopolitik konumu gereği hem NATO üyesi hem de Rusya ile diplomatik bağlarını sürdürebilen nadir ülkelerden biri. Bu denge politikası, Türkiye’yi sadece coğrafi olarak değil, diplomatik olarak da masanın tam ortasına yerleştiriyor. 2022’de Karadeniz tahıl koridoru anlaşmasına aracılık etmesi, Türkiye’nin barış süreçlerindeki potansiyelini göstermişti. Şimdi ise İstanbul’da önerilen bu müzakere masası, Türkiye’ye bir kez daha “barışı kuran ülke” misyonunu üstlenme fırsatı sunuyor.
Ancak bu fırsat, aynı zamanda bir sınav. Zira barış masasında oturan herkesin niyeti aynı değil. Kimileri savaşı bitirmek istiyor, kimileri ise savaşı yöneterek güç devşirmeye çalışıyor. Türkiye bu tabloda, samimi bir barış arabulucusu mu olacak, yoksa sadece diplomatik bir vitrin mi sunacak?
Ukrayna’nın tepkisi, bu çağrının ne kadar gerçekçi olduğunu belirleyecek. Ama belki de asıl mesele, savaşın taraflarının değil, savaşın devam etmesini çıkarlarına uygun bulan küresel güçlerin ne diyeceği. Silah tüccarları, enerji piyasaları, seçim hesapları… Gerçek barış isteyen kim?
SON SÖZ:
Barış, sadece silahların susması değil, susturulmuş gerçeklerin konuşmasıdır. İstanbul’da bir masa kurulabilir; ama oraya hangi yüzle oturulduğu ve Türkiye’nin bu masada hangi duruşu sergileyeceği, barışın kaderini belirleyecek.