Artık bir politikacının ne söylediğinden çok, nasıl söylediği konuşuluyor.
Konuşma içeriği mi etkili?
Yoksa beden dili, ses tonu ve sosyal medya klipleri mi?
İşte bu sorunun cevabı, çağımızın en tartışmalı alanlarından biri olan “siyasi iletişimde algı yönetimi” tartışmasının tam kalbinde yatıyor.
Siyasetçiler uzun süredir hakikatle değil, algıyla kazanıyor.
Çünkü çağımızda seçmen sandığa giderken bilgiyle değil, hisle oy veriyor.
Duygu, artık aklın önünde. Bir liderin kaşını kaldırışı, bir gazeteciye verdiği cevap, rakibine yönelttiği sessiz bir bakış bile, binlerce sözden daha etkili olabiliyor.
Siyasetin Tiyatrolaşması
Modern siyaset, tabiri caizse bir sahneye dönüştü.
Adaylar, rollerine hazırlanıyor, danışmanlar “kamera arkası”nda kurguyu belirliyor. Toplum ise bu senaryonun izleyicisi oluyor. Gerçeklik, sahne ışıkları altında yeniden şekilleniyor.
Eskiden siyasetçiden proje beklenirdi. Bugün ise takipçiler “reel” paylaşım, “canlı yayın” ve “viral söz” bekliyor. Bu değişim sadece iletişim biçimini değil, lider profilini de dönüştürüyor.
Kazanmak İçin Algı mı, Ahlak mı?
Buradaki esas mesele şu: Uzun vadede ne kazanır?
Gerçek mi, görüntü mü?
Siyasi tarih, anlık algıyla gelen zaferlerin; hakikate dayanmayan propagandaların nasıl çöktüğünü defalarca yazdı. Hitler’in propaganda zaferleri, tarihin karanlık defterine gömüldü. Nixon’un görüntüsü, Watergate'in gerçeğini örtemedi.
Yarın Ne Olacak?
Geleceğin siyasetinde halk daha çok sorgulayan, daha çok ulaşan olacak mı?
Yoksa ekranlarda parlayanların rüzgârında mı savrulacak?
Bu sorunun yanıtı; sadece siyasetçilerin değil, halkın da medya okuryazarlığına bağlı.
“Algının gölgesi uzun olabilir ama hakikat er geç güneşi bulur.”