Dünya siyasetinde artık sabit dengeler yok. Soğuk Savaş’ın iki kutuplu düzeninden kalan kalıplar, yerini çok merkezli ve parçalı bir küresel yapıya bırakıyor.
Bu yeni dönemde, güç yalnızca silahla değil; algıyla, ekonomiyle ve dijital hâkimiyetle kuruluyor.
Özellikle Orta Doğu, Afrika ve Asya’da “yeni oyun kurucular” sahneye çıkıyor.
Çin’in altyapı yatırımlarıyla kıtaları bağlayan "Kuşak ve Yol" projesi, Rusya’nın enerji üzerinden yürüttüğü nüfuz politikası, Amerika’nın yumuşak gücü ile teknoloji odaklı varlığı ve Avrupa Birliği’nin sessiz ama derin hamleleri…
Her biri, jeopolitik satrançta farklı bir taşın hareketi gibi.
Türkiye ise bu çok kutuplu dünyada, klasik dış politikadan farklı olarak hem Doğu’yla hem Batı’yla aynı anda konuşabilen nadir aktörlerden biri olma yolunda ilerliyor.
Ancak bu konum, büyük sorumluluk ve derin stratejik zeka gerektiriyor.
Bir gün Karabağ’da ara bulucu, ertesi gün Afrika’da yatırımcı, öbür gün NATO toplantısında müzakereci...
Bu rol, dengede yürüyen cambaz inceliğiyle yönetilmeli.
Dış politika, artık sadece diplomatların değil; toplumun, medyanın ve bireylerin de meselesidir.
Çünkü “güçlü ülke” olmak, sadece dışarıdaki masada değil; içerideki birlik ve vizyonda da başlar.
“Jeopolitik, pusulası olmayanın savrulacağı; stratejisi olmayanın yok olacağı bir oyundur.”