Bugünlerde ekranları açın, bir tartışma programı izleyin.
Aynı anda beş kişi konuşuyor. Kimse kimseyi duymuyor.
Herkesin sözü var, ama sözün değeri yok.
Çünkü artık mesele konuşmak değil, susturmadan konuşabilmek.
Meclis'te milletvekili bağırıyor, sokakta vatandaş bağırıyor, sosyal medyada herkes bağırıyor.
Bağırmak yeni iletişim biçimi oldu. Nezaket “pasiflik” sanılıyor.
Dinlemekse “teslimiyet.” Oysa en devrimci eylem bazen sadece susup anlamaya çalışmaktır.
Aile içinde bile durum farklı değil. Baba anlatıyor, çocuk kulağında kulaklıkla başka bir dünyada.
Öğretmen derste, öğrenci ekranda. Yolda yürürken kulaklıkla dünyaya sırt çeviriyoruz. Herkes kendi yankı odasında, kendi sesini dinliyor.
Ama sorun burada başlıyor işte.
Toplum dediğimiz şey, birlikte yaşama sanatıysa eğer, bu sanatın ilk notası dinlemektir. Karşındakini anlamadan neyin doğru, neyin yanlış olduğunu nasıl bileceksin?
Esas mesele şudur dostum:
Konuşma özgürlüğümüz var ama dinleme terbiyemiz yok.
Bu yüzden hakikat sesini duyuramıyor.
Bu yüzden fikir değil, gürültü kazanıyor.
Ve bu yüzden, belki de hepimizin biraz susup birbirini duymaya ihtiyacı var.
Çünkü bazen en güçlü söz, en sessiz dinleyiştir.