Kahvedeki Sohbet
Geçen gün kahvede oturuyorum. Yan masada iki amca dertleşiyor. Biri diyor ki:
— Emekli maaşı yetmiyor kardeşim, ne yapacağız?
Öteki cevap veriyor:
— Maaş yetse bile torun yetmiyor, hepsi benden harçlık bekliyor!
Biraz öteye baktım, gençler var. Onların da derdi başka:
— Telefonun hafızası doldu, internet paketi yetmiyor.
Şöyle düşündüm: Aslında herkesin derdi farklı. Ama ağırlığı kendine göre. Kimine göre torun harçlığı en büyük sıkıntı, kimine göre Wi-Fi şifresini unutan komşu. Ama işin garibi, herkes kendi yükünü dünyanın en ağır derdi zannediyor.
Dertler Değişir, İnsan Değişmez
Eskiden derdi olan dergahta arardı, şimdi Google’da arıyor. Midemiz ağrısa “neden ağrıyor” diye yazıyoruz, karşımıza “ölümcül hastalık” çıkıyor. Bir de üzerine “ilk sizde görülmüş olabilir” diye yazsa, komple kelebek etkisiyle kendimizi morga teslim edeceğiz.
Halbuki çoğu zaman dert, bir tas yoğurtla geçecek kadar basittir. Ama biz büyütmeyi seviyoruz.
Komşuluk ilişkilerine bakın. Eskiden “biraz tuz var mı?” diye kapı çalınırdı. Şimdi herkes kapının önünde kargo bekliyor. Eskiden dertleşmek için kahveye gidilirdi, şimdi sosyal medyada “story” atılıyor.
Ama insan aynı insan. Kimi derdiyle kavruluyor, kimi derdiyle dalga geçiyor.
Dert Misafirdir
Bir arkadaşım derdi ki:
“Dert dediğin, insana misafir gibidir. Fazla ağırlarsan ev sahibi gibi oturur.”
Haklı. Kalbin evine derdi misafir et, ama oturtma. Çünkü kalbin asıl sahibi bellidir. Dert gelir, biraz kalır, bazen geceyi uzatır ama bir gün mutlaka gider. Önemli olan, o gidene kadar gönlün kapısını kilitlememek.
Modern Zamanın Dertleri
Bugün sokaklarda yürürken dikkat edin. İnsanlar dertlerini yüzlerine takmış geziyor. Kimisi kredi borcunu, kimisi işsizliği, kimisi de ev kirasını düşünüyor. Ama aynı zamanda herkesin elinde bir telefon, içinde sayısız “çözüm videosu.”
Bir derdimiz var; bir “motivasyon konuşmacısı” dinliyoruz, derdimiz bitiyor. Ama ertesi gün yeni bir derdimiz çıkıyor. Aslında dert bitmez, sadece şekil değiştirir.
Gençler “telefonum eski” diye üzülüyor. Babalar “mutfak masrafı artmış” diye dertleniyor. Anneler “çocuk ders çalışmıyor” diye söyleniyor. Herkesin derdi ayrı telden çalıyor, ama ortaya çıkan şarkı aynı: hayatın türküsü.
Dertten Ders Almak
Bir büyüğüm derdi ki:
“Dert, insana yönünü gösteren pusuladır.”
Gerçekten öyle. Parasız kalınca çalışmanın kıymetini, hasta olunca sağlığın değerini, yalnız kalınca dostun önemini anlıyoruz. Yani dert, insana aslında sahip olduklarını hatırlatıyor.
Kimi cebinden imtihan olur, kimi kalbinden, kimi de evladından. Allah kime hangi yükü verdiyse, ona göre güç de veriyor. Bizim yapmamız gereken, derdi büyütmek değil, dertten ders almak.
Mahallenin Hikmeti
Geçen gün bakkalda bir teyze gördüm. Elinde küçük bir liste var, fiyatlara bakıp bakıp iç geçiriyor. Sonra kendi kendine şöyle dedi:
— Eh, Allah büyüktür, biz küçüğüz.
Bir cümle, bütün dertleri özetledi aslında. Biz küçüğüz, dert büyük görünüyor. Ama Allah büyüktür, o derdi küçültür. İnsan bazen böyle basit bir sözle bile ferahlıyor.
Bitirirken
Dertler bitmeyecek. Bizim mahallede de, büyük şehirde de, dünyanın öbür ucunda da herkesin bir derdi olacak. Ama mesele, dertlerin ağırlığı değil; onları nasıl taşıdığımız.
Kimi dertten şikâyet eder, kimi ders çıkarır. Kimi ağlar, kimi güler. Hayat da böyle akıp gider. Ve belki de şunu hatırlamak gerekir: Dert insana insan olduğunu hatırlatır.