Sabah kahveyle başlıyoruz. Öğlen hızlıca bir tost, akşam dışarıdan “ne varsa o.”
Bir gün makarna, bir gün dürüm, bazen sushi, bazen poğaça.
Ama sorsan: “Sağlıklı besleniyorum ya... azıcık dikkat ediyorum!”
Yiyoruz. Hem de her şeyi.
Ama yedikçe doymuyoruz. Çünkü mesele artık sadece karın doyurmak değil; ruhu da, egoyu da, boşluğu da beslemek.
Reklamlar her köşede bir “mutluluk menüsü” vaat ediyor.
Çikolata depresyona, hamburger özgüvene, latte sosyalliğe çareymiş gibi sunuluyor.
Yani aslında “yiyecek” değil, duygusal takviye alıyoruz.
Bir de şu var:
Organik pazardan alışveriş yapıyoruz ama ruhumuzda pestisit var.
Diyet yapıyoruz ama zihnimiz obez.
Tabağımız temiz ama içimiz karmakarışık.
Yani mesele şu:
Yediklerimiz midemizi, midemiz ruhumuzu doyurmuyor.
Belki de biraz susup aç kalmak lazım.
Gerçek açlığın, market rafında değil kalpte olduğunu anlamak için…