Dünya yine barut kokuyor.
Bir yanda İsrail, bir yanda İran…
Ortada kalan ise insanlar. Göç yolları, cenaze sessizlikleri, enkaz altındaki hayatlar.
Savaşların dili hep aynı: Gövde gösterisi, misilleme tehdidi, “haklıydık” söylemleri…
Ama ölen hep masumlar, kaybolan hep yarınlar oluyor.
İran “karşılık vereceğiz” diyor.
İsrail “bedelini ödetiriz” diyor.
Kimse “bir çocuk daha ölmesin” demiyor.
Bir patlama sesiyle başlayan kriz, uzun yıllar sürecek acıların fitilini yakıyor.
Ve savaş, artık yalnızca cephede değil…
Haber başlıklarında, sosyal medyada, gündelik kayıtsızlıkta da büyüyor.
İzleyenler için sıradan bir “uluslararası gelişme” olan bu savaş, o topraklarda yaşayanlar için sessiz bir kıyamet.
Ve en büyük tehlike, ölümlere değil, alışkanlıklara bağışıklık kazanmak.
Çünkü en derin savaş, insanın kalbinde başlar:
Vicdan sessiz kalırsa, hiçbir barış uzun sürmez.
“Toprak kanla sulanınca yeşermez; acı büyür, öfke kök salar.”
– E.Y.