Bir zamanlar siyaset, halkın derdini dile getirme sanatıyken; şimdi ekranlarda, meydanlarda, sosyal medyada bir tür öfke yönetimi seansına dönüştü. Sandıktan umut değil, çatışma çıkıyor. Kürsülerden çözüm değil, düşman fışkırıyor.
Siyasetin dili değişti.
Ama bu değişim bir evrim değil; bir gerilim.
Kimse bir diğerinin fikrine saygı göstermiyor. Çünkü artık siyaset bir "fikri savunma" değil, bir "kimliği yok etme" yarışı. Bir partinin yükselişi, diğerinin düşüşüyle değil; diğerinin şeytanlaştırılmasıyla sağlanıyor. Kutuplaşma, oy makinesi gibi çalışıyor. Nefret, algoritmaların yakıtı haline geldi.
Toplum ikiye bölünmüyor artık, kırılıyor.
Biz ve onlar.
Doğru olanlar ve hainler.
Yerli olanlar ve sözde dış güçlerin maşaları...
Ama şu soru hâlâ masada duruyor:
Bu dil, kimi güçlendiriyor?
Cevap açık:
Sistemi değil, krizi...
Milleti değil, kutuplaşmayı...
Geleceği değil, günü kurtarmayı...
Oysa toplumun ihtiyacı bağıran değil, dinleyen siyasetçilerdir. Kendi haklılığını göstermek için öfkeye değil, fikre sığınan liderlerdir.
Kısacası;
Siyasetin nefret dili, sadece rakipleri değil, demokrasinin kendisini de boğuyor.