Modern tıbbın en çok zorlandığı alanlardan biri, bedeni iyileştirip ruhu unuttuğu anlardır.
Çünkü bazen hasta iyileşir ama acı hatıra kalır.
İşte bu noktada psikosomatik denilen o derin gerçeklik devreye girer: Zihinle beden birbirine bağlıdır ve biri yara aldığında, diğeri mutlaka etkilenir.
Bir travmanın etkisi sadece gözyaşında, haykırışta ya da suskunlukta kalmaz.
Mideye vurur, başa ağrı olur, kalbe çarpıntı olur, nefese daralma.
“Stresten hasta oldum” cümlesi aslında bir halk efsanesi değil, tıbbi bir realitedir.
Hastalığın Dili: Sessiz Çığlık
Hastalık her zaman bir virüsle ya da mikrop yoluyla gelmez.
Bazen yıllardır bastırılmış bir öfke, çocukluktan kalma bir suçluluk ya da kapanmamış bir yas süreci; bedenin dilinde kendine yer bulur.
O yüzden “geçmeyen ağrılar” bazen doktordan değil, bir psikoterapiden çözüm bekler.
Bütüncül Yaklaşım Şart
Hekimlik yalnızca semptomları değil, insanı tüm boyutlarıyla anlamayı gerektirir.
Kalbi dinlerken ruhu da, mideyi incelerken yaşam öyküsünü de dikkate almak gerekir.
Hastalık, yalnızca organın değil, organizmanın sesidir.
Sonuç: Ruhun Sessizliğine Kulak Verin
Tıp, teknolojiyle büyürken insan ruhunun sessizliğini duymayı ihmal edemez.
Çünkü ruhun söylediklerini anlamadan, bedenin söylediklerini tam anlayamayız.
"Her yara iltihaplanmaz ama her acı iz bırakır."