Cep telefonlarımızdan yayılan mavi ışık, artık sadece gözlerimizi değil, kimliğimizi de şekillendiriyor.
Sabah gözümüzü açtığımızda elimizin ilk gittiği şey telefon; gece uykudan önce son vedamız yine ekranlara.
Peki, bu dijital varoluş biçimi bize ne yaptı?
Artık “ben kimim?” sorusu, yalnızca fiziksel benliğimizle değil, sosyal medyada bıraktığımız izlerle de yanıtlanıyor.
Paylaştığımız bir fotoğraf, yazdığımız bir yorum ya da beğendiğimiz bir gönderi, algoritmalarla örülen kimliğimizin tuğlaları hâline geliyor.
Ve yavaşça farkında olmadan “görünmek” için yaşarken, “olmak”tan uzaklaşıyoruz.
Bir zamanlar gölgemiz, gün ışığıyla birlikte şekillenir ve kaybolurdu.
Şimdi ise dijital gölgemiz hiç silinmiyor.
Attığımız her adım, bir dijital ayak izi bırakıyor.
Dahası, bu izleri toplayan sistemler, bizi bizden daha iyi tanıdıklarını iddia ediyor.
Mahremiyetin içi boşaldı. Bir ‘takip’ butonuna basmak, bir insanın özel alanına sızmak kadar kolaylaştı.
Ve biz, gönüllü olarak her gün biraz daha fazla ifşa olmayı seçiyoruz.
Ancak şunu unutmayalım: Gerçek kimlik, ekranların ışığında değil, vicdanın aynasında görünür.
"Kendini bulmak istiyorsan, en çok gösterdiğin yerde değil, en çok sustuğun yerde ara."