O, incinmiş bir kalbi incitmemek için susmayı seçendi.
Gönlünü kıranları affetmeyi, yüreğine batanları ise Rabbine havale etmeyi bildi.
İşte merhametin en sessiz ve en yüce hali…
O’nu (s.a.v.) en iyi tanımlayan kelime neydi, biliyor musunuz?
"Rahmet."
Alemlere rahmet olarak gönderilmişti. Ama bu rahmet öyle bir rahmetti ki; sadece düşeni kaldırmaz, düşürene de el uzatırdı.
Onu anlamak için sadece sözlerine değil, susuşlarına da kulak vermek gerekirdi.
Bedir’de esir alınan müşriklerin yüzüne bile bakarken içinde rahmet çarpıyordu.
Mekke’ye girişinde yıllarca eziyet edenlere sadece “Gidiniz, hepiniz serbestsiniz!” diyecek kadar genişti kalbi.
İncinmiş Bir Kalbe Dokunmamak:
Bir kadın vardı, ismi çok geçmez. Kalbinde gizli acılar taşırdı.
Bir gün mescide gelmişti, korkarak.
O ise onu gördü…
Yanına gitti, göz hizasına indi. Ne yargıladı, ne utandırdı. Bir tebessüm koydu yüzüne, bir dua yolladı kalbine.
Kadın, affedildiğini anladı, Allah’ın rahmetini onda gördü.
Çünkü O (s.a.v.), düşenin değil, düşürülmüşün yanındaydı.
Bir Hadise:
Uhud’un ardından sahabe üzgündü. Birbirinden kıymetli canlar verilmişti. Ama Allah Resûlü’nün gözü başkaydı.
Uhud’un eteğinde yatan şehitlere bakarken dudaklarında bir dua vardı:
“Allah’ım! Onları şahit kıl. Ben onlara karşı görevimi yaptım…”
Bu, aynı zamanda ümmete bir mirastı:
"Emaneti hakkıyla taşı ve ardından Allah’a emanet et."
Merhamet Öğretisi:
Siyer’in içindeki insan… O insan bazen ağlayan bir çocuk, bazen mahcup bir anne, bazen savaşta kılıcı eline alamayan bir sahabedir.
Ama O (s.a.v.), her birine dokunur, her birini fark eder, her birine kalbinin sıcaklığını bırakır.
Bugüne Düşen Gölge:
Merhamet bugün; yorgun bir bakış, başı eğik bir genç, borcunu ödeyemeyen bir esnaf, sığınacak dua arayan bir anne demek.
Bizimse en büyük imtihanımız: "Görebilmek."
O’nu okudukça anlamamız gereken şey sadece savaşlar değil, insanları nasıl incitmediğidir.
Sözle değil, susarak bile…
“Merhamet, en çok susarken kendini gösterir. Ve Resûlullah, bazen hiçbir şey söylemeden en çok şeyi anlatırdı…”