Saatin tik takları sadece zamanı değil, insanın içindeki huzursuzluğu da ölçer kimi zaman.
Her şeyin hızlandığı, anların bile yetişilemez hâle geldiği bir çağda yaşıyoruz.
Göz açıp kapayana dek geçen bir ömürden söz ediyoruz artık.
Ama sorulması gereken asıl soru şu: Zamanı mı yönetiyoruz, yoksa zaman mı bizi sürüklüyor?
Kimi insanlar saatle yaşar, dakikalara hükmetmeye çalışır.
Gününü planlar, ajandasına sadık kalır.
Bu disiplin ona başarı getirebilir ama huzur da getirecek midir?
Kimi insanlar ise zamana serbestlik tanır; anın tadını çıkarır, geç kalmayı önemsemez, beklemeyi dert etmez.
O da huzur bulur belki ama düzeni yitirir.
İki Uç Arasında Bir Yol: Denge
Mevlana’nın dediği gibi: “Ne çok hızlı yürü ki ruhun arkada kalsın, ne de çok yavaş yürü ki hayat seni ezip geçsin.”
İnsan için en doğru yol; zamanı bir düşman gibi değil, bir yol arkadaşı gibi görmekten geçer.
Zamanı zorlayarak değil, onunla konuşarak yaşamalı.
Zamanın da bir dili vardır çünkü: Sabır.
Küçük Bir Ders: Kum Saati
Kum saati, zamanı gösteren en yalın ama en derin araçtır.
İçindeki kumlar yukarıdan aşağıya düşer, ama ters çevrildiğinde süreç yeniden başlar.
Hayat da öyle değil midir?
Bitiyor sanırız, yeniden başlar.
Geç kaldık deriz, yeni bir yol açılır.
Sonuç: Zamanla Barışmak
Zamanı yönetmek istemek doğaldır ama onu anlamadan yönetmek mümkün değildir.
Her anın bir kıymeti vardır, her bekleyişin bir sebebi…
Ve her geç kalış, aslında yeni bir başlangıca vesiledir.
“Zaman bazen bir hoca, bazen bir ilaç, bazen bir imtihandır.”