Gitti.
Ne bir vedası oldu, ne bir son sözü.
Arkasından bakakaldık.
Hayatın en ağır susuşu, onun yokluğuyla başladı.
Bir baba vardı…
Omuz gibi, gölge gibi, dua gibi.
Giderken arkasında bir evin çatısını değil,
bir evladın sırtını alıp götürdü.
Artık o ses yok.
Kapıdan gelişinin sesi,
anahtarın kilitteki dönme hali…
Artık sadece hatıralarda yankılanıyor.
---
Bazı insanlar gider, ama izleri yerinde kalmaz.
Oysa babam gitti,
izleri her yere sinmiş.
Sustuğu sandalyede bir ağırlık,
taktığı saatte bir zaman kalmış.
Onun yokluğu,
sadece bir eksilme değil,
bir parçalanmaydı.
---
Bir baba gittiğinde,
aslında bir hayat şekli gider.
Korunmuşluk hissi,
cesaretin kaynağı,
“Ben varım” diyen o bakış...
Hepsi çekilir hayattan sessizce.
Artık ne zaman gücüm azalsa,
“Baba olsa böyle yapmazdı” derim.
Ne zaman biri kalbimi kırsa,
“Baba olsaydı beni böyle bırakmazdı” diye sızlar içim.
---
Şimdi onunla konuşamıyorum,
ama ona anlatacak çok şeyim var.
Bir çocuğun yaşını,
bir kadının gözyaşını,
bir annenin sessizliğini taşıyorum içinde.
Bir babanın ardından
yalnızca yas kalmaz insana,
bir de onunla yaşanmamış bütün yıllar birikir yürekte.
---
Baba…
Sen gittin, ama ben hâlâ sana geliyorum içimden.
Dualarımda adın var,
suskunluğumda sesin.
Seninle büyüyemedim belki,
ama seninle eksildim.
Ve bu eksiklikle tamamladım kendimi.