Her insan, hayatı boyunca binlerce kelimeyi sessizce kendi içinde konuşur.
Bu iç ses bazen bir dost, bazen bir yargıç, bazen de kayıp bir çocuğun fısıltısıdır.
Kimi zaman bir kararın eşiğinde, kimi zaman bir hatanın ardından yükselir o iç yankı. Dışarıdan kimse duymasa da içimizde kopan fırtınalar olur.
Zihin, en derin mahkemesini kendi içinde kurar. Ama hâkim de, sanık da, savcı da aynı kişidir: Sen.
İç sesle yapılan konuşmalar, insanın kendini tanıma çabasının ilk durağıdır.
Ancak bu ses fazla yükselirse, bazen gürültüye dönüşür. Yani, içe dönmek bir terapi olabilirken, orada kaybolmak bir tuzaktır.
Peki, hangi düşünceler bizi ileri taşır, hangileri zincir vurur ruhumuza?
Hangi iç diyalog bizi büyütür, hangisi küçültür?
Cevap belki de şu soruda gizlidir:
İçinden geçenleri susturmak mı daha zordur, yoksa onları duymak mı?
“İnsan bazen kendiyle fısıldaşır ki, kalabalıklarda bağırmasın.”
– E.Y.