Zaman hızla akıyor. Şehirler kalabalıklaşıyor, sokaklar gürültüyle doluyor ama bir şey sessizce eksiliyor: Toprakla bağımız.
Artık çocuklar toprakta değil, tablette büyüyor. Bir domatesin dalda nasıl kızardığını, bir ineğin nasıl sağılacağını, buğdayın başağını rüzgarda nasıl salladığını bilmeden yaşıyorlar. Çünkü üretmiyoruz, izliyoruz. Tüketiyoruz, ama köklerimizi sulamıyoruz.
Oysa bir ülkenin sadece tankla tüfekle değil, toprakla da savunması vardır. Bir ülkenin asıl bekçisi, sınırda nöbet tutan asker kadar, sabah erkenden tarlasına giden çiftçidir.
Bugün gençler toprağı "zor iş" diye terk ederken, o terk edilen toprak, yarın bizi açlıkla sınayabilir. İklim kriziyle, kuraklıkla, gıda kıtlığıyla karşılaştığımızda, betonların gölgesinde ekmek arayamayız.
Toprağa küsmeyelim. Çünkü o bize hiç küsmedi.
Ne ekersek onu biçiyoruz ya hani…
İşte tam da bu yüzden,
Unutma:
“Toprağı unutanın yüzü solar.”
E.Y.