Son zamanlarda sokağa çıkınca yüzler asık, sözler keskin, yürekler dar.
Kimse kimseyi dinlemiyor, herkes konuşuyor ama hiç kimse duymuyor.
Farklı fikre tahammül yok.
İnanca, yaşam tarzına, mezhebe, görüşe, aksana…
Her şey “öteki” olmak için yeterli.
Birbirine benzeyen insanlar bile birbirine tahammül edemez hâle geldi.
Çünkü hoşgörü; artık bir tabela sözü, vitrin süsü, nutuk malzemesi.
Yaşanmıyor, yaşatılamıyor.
Oysa bu topraklar Mevlana’yı, Yunus’u, Hacı Bektaş’ı bağrından çıkardı.
“Gel ne olursan ol yine gel” diyen bir irfanın evlatlarıyız biz.
Peki şimdi ne değişti?
Neden bu kadar tahammülsüz, bu kadar öfkeli, bu kadar gerginiz?
Belki de cevap çok basit:
Çünkü biz farklıyı tehdit olarak görüyoruz.
Çünkü “haklı olmak” uğruna “insan kalmayı” unutuyoruz.
Halbuki hoşgörü, başkasını kendimize benzetmek değil; başkasını kendisi gibi sevebilmektir.
Bugün biraz sustuğumuzda değil, biraz anladığımızda barışacağız.
Ve belki de hoşgörü, kayıp eşya bürosunda değil; bizim kalbimizin en tozlu köşesinde bekliyordur.
E.Y