Bazı kelimeler vardır, yalnızca bir anlam taşımaz; aynı zamanda bir kapı, bir kalp, bir iklim açar.
“Buyur” kelimesi de işte öyle bir kelimedir. Misafirliğin, alçakgönüllülüğün, paylaşmanın ve hatta bazen suskun bir kucaklamanın sözlükteki adıdır.
Anadolu’da bir evin kapısını çaldığınızda, içeriden yükselen ilk ses genellikle “Buyur” olur.
Henüz kim olduğunuzu bilmese de ev sahibi, kapısını açmıştır gönülden.
Çünkü bu topraklarda “buyur” demek, önce gönlü açmak demektir.
“Buyur” kelimesiyle beraber insan, yerini, zamanını, hakkını paylaşır.
Misafirin ayakkabısına kadar ilgilenilir, suyu bile “buyur”la uzatılır.
Modern zamanlarda hızla tükendi bu kelimenin taşıdığı derinlik.
Artık çoğu yerde sadece bir formalite, sadece bir geçiş cümlesi gibi kullanılıyor.
Oysa eskiden, “Buyur”un içine ekmek koyulurdu, yer gösterilirdi, bazen dua bile sığardı.
Bir deyim vardır:
“Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer ama buyur edilmezse gönlü kırılır.”
Görüyor musunuz, burada “buyur” maddi bir şey değildir.
Bir gönül alışıdır, bir kalp tutuşudur.
Bugün, dijital çağın yalnızlaştırdığı hayatlarımızda bu tür kelimelerle yeniden bağ kurmamız gerekiyor.
Çünkü insani ilişkiler yalnızca cihazlarla değil, kelimelerin ruhuyla yeniden inşa edilebilir.
"Dilindeki buyur, kalbindeki misafirse, sen hâlâ Anadolu’sun."