Bir çocuk anlatırken, sadece cümle kurmaz. Gözleriyle, bedeniyle, suskunluklarıyla da konuşur.
Fakat çoğu zaman biz yetişkinler, bu çok boyutlu dili duymakta zorlanırız.
Çünkü zihinlerimiz meşguldür; bazen işimizle, bazen telefonla, bazen yetişkinlerin karmaşık dünyasıyla…
Bugünlerde birçok ebeveyn, “Çocuğum benimle konuşmuyor”, “Hiçbir şey anlatmıyor” diye dert yanıyor. Ama şu soruyu yeterince sormuyoruz:
Ben, gerçekten dinliyor muyum?
Dinlemek, sadece sessizce beklemek değildir. Çocuğun göz hizasına inmek, onun kelimelerini yarıda kesmemek, cümlelerinin altında saklı duyguları duymaya çalışmaktır.
Çocuk, kalbini açmak için önce güvende hissetmek ister.
Bir yetişkinin aceleci bakışı, telefonuna göz atışı ya da sabırsızca “tamam, tamam anladım” demesi…
Tüm bunlar onun dünyasında bir kapının kapanmasına neden olur.
Bir hikâye vardır:
Bir çocuk her gün okuldan gelince babasına bir şeyler anlatmak istermiş.
Babası ise her seferinde “Şimdi yorgunum, sonra konuşalım” dermiş.
Yıllar geçmiş, çocuk büyümüş. Artık o da bir yetişkin olmuş. Bir gün babası, oğluyla konuşmak istemiş.
Oğlu, gözlerinin içine bakıp “Baba, ben de yorgunum” demiş.
Çocuklukta duyulmayan sesler, yetişkinlikte sessizliğe dönüşür.
Bu yüzden çocukların kalbine giden yolu sadece “nasihatle” değil, samimi dinleyişle yürüyebiliriz.
Onlar anlatmazsa değil, biz duyamazsak bağ kopar. Ve her kopan bağ, ileride başka bir hayal kırıklığının temelidir.
"Bir çocuğun sesini duymak, sadece kulakla değil, kalple mümkündür."