"Her an çevrimiçiyiz ama kimseye gerçekten dokunamıyoruz."
Modern çağın en ironik sorunlarından biri bu: Tüm dünyayla bağlıyız ama kendimize uzak.
Sabah gözümüzü açar açmaz telefon ekranına uzanıyoruz. Bildirimler, mesajlar, trendler…
Ama tüm bu bağlantılar içinde en kıymetli bağın, yani insanî temasın farkına varmakta geç kalıyoruz.
Sanal Kalabalıklar Arasında Sessizleşmek
İstatistikler gösteriyor:
Günde ortalama 4 saatimizi sosyal medyada geçiriyoruz.
Peki o sürede kaç samimi konuşma yaptık?
Kaç kişinin gözlerinin içine bakarak "Nasılsın?" dedik?
Cevap çoğu zaman: Hiç.
Çünkü ekranlar araya girdikçe, sözlerimiz cesaretini, duygular anlamını yitiriyor.
Emojiyle "ağlıyoruz", GIF'le "gülüyoruz", ama gerçekte ne hissediyoruz?
Kimse bilmiyor.
Bağ Kurmak İçin Uçtan Uca Kablo Yetmez
Teknoloji hayatı kolaylaştırdı ama duyguları zorlaştırdı.
Görüntülü konuşmalar, hızlı mesajlar, takipçiler…
Hepsi var ama sıcak bir elin yerini tutmuyor.
Bir dostun omzuna yaslanmak, bir annenin şefkatli dokunuşunu duymak, gerçek bir “buradayım” cümlesi…
Bunlar hâlâ internetten indirilemiyor.
"Wi-Fi şifresi kolay, gönül şifresi karmaşık."
Peki Ne Yapmalı?
-
Bir kahve içmeye gittiğinizde telefonu değil, karşınızdaki insanı izleyin.
-
Bir mesaj yerine bir selam verin.
-
Bir "like" yerine bir sarılma teklif edin.
Çünkü insan ruhu bildirim sesiyle değil, dokunuşla iyileşir.
Unutmayın:
Yalnız kalmaktan korkmayın.
Yanlış bağlarla çevrili bir yalnızlık, sessizlikten daha gürültülüdür.