Ahlak, alkış arasında eziliyorsa... kim susacak bu gürültüye?
Artık herkes konuşuyor.
Bir mikrofon uzanıyor, insanlar anlatıyor.
Hayatın en mahrem köşeleri, en özel anıları, en derin utançları…
Gönül ferahlığıyla, gülüş eşliğinde sunuluyor.
Ve biz, izliyoruz. Gülüyoruz.
Hatta alkışlıyoruz.
Eskiden utanmak insanın vicdanıyla kurduğu bağın bir göstergesiydi.
Şimdi ekranlarda ne kadar cesur, ne kadar “uçuk” olursan o kadar seviliyorsun.
Ayıplanan değil, alkışlanan oluyorsun.
Ama soralım:
Bu “normalleşen” hikâyeler, hangi değerleri sessizce gömüyor?
Gülüşün arkasında gizlenen yozlaşma
Bir zamanlar fısıltıyla konuşulan meseleler, şimdi yüksek sesle ve kahkaha eşliğinde anlatılıyor.
Oysa bazı şeyler anlatılmak için değil, korunmak için vardır.
Mahremiyet; örtü değil, onurdur.
Ama artık mikrofonu eline alan, sınır tanımıyor.
Ve “rahat olmak”, her türlü değeri çiğnemekle karıştırılıyor.
Seyirci sadece izleyici değil, katılımcıdır
Bu tür programları yalnızca sunanlar ya da konuşanlar değil, dinleyenler de büyütüyor.
Her izlenme, her paylaşım, her alkış; bu kültürün biraz daha kök salmasına yol açıyor.
Çocuklar, gençler, zihinler…
Bu yeni “espri dili”ni örnek alarak büyüyor.
Ve bir toplumun ahlakı, fark ettirmeden inceliyor.
Her samimiyet erdem değildir
Evet, mizah özgür olmalı.
Evet, herkes konuşabilmeli.
Ama özgürlüğün de sorumluluğu vardır.
Bir toplumun en hassas, en derin, en kutsal değerleri; alkış toplamak uğruna hoyratça sergilenmemeli.
Her anlatılan şey “samimi” olsa da, her samimiyet erdem değildir.
Susturmak değil, sınır çizmek
Kimsenin sesini kısmak değil niyetimiz.
Ama bazen sessizlik, değerleri yaşatır.
Her şeyi söylemek mümkün olabilir, ama her şeyi söylemek gerekmeyebilir.
Toplum, neye güldüğünü yeniden düşünmeli.
Çünkü bazen bir kahkaha, bir çöküşün işaretidir.
“Ahlakı en çok, alayla karışmış kahkahalar yıpratır. Çünkü insan, en çok gülerken savunmasız kalır.”