Kaygı, bireyin içsel alarm sistemidir; olması gerektiğinde korur, fazla çalıştığında ise tüketir.
Ancak kaygının bireysel olduğu kadar toplumsal bir yüzü de vardır.
Üstelik bu yüz, sandığımızdan daha bulaşıcıdır.
Bir toplumun genel ruh halini gözlemlemek için haber başlıklarına, sokaklara, çocuk parklarına ya da sabah otobüslerine bakmak yeterlidir.
Endişeli yüzler, hızlı adımlar, huzursuz bakışlar...
Sessiz bir salgın gibi yayılır kaygı.
Tıpkı bir virüs gibi...
Bir çocuğun anne babasından, bir çalışanın yöneticisinden, bir toplumun medya dilinden aldığı kaygı tohumu, hızla yeşerir.
Kontrol edilmezse çığ gibi büyür ve en kötüsü; insanlar bu ruhsal yükü “normal” sanarak yaşamaya devam eder.
Peki çözüm nedir?
Her şeyden önce “kaygılı olmak”, güçlü olmakla çelişmez.
Aksine, kaygısını fark edebilen kişi, onu yönetme yolculuğuna ilk adımı atmış demektir.
-
Medyada sürekli kötü haber tüketmek yerine ara vermek,
-
Gündelik yaşamda “şu an”a odaklanmak,
-
Bedenin sinyallerini dinleyip psikolojik destek almaktan çekinmemek…
Kaygı bulaşıcıdır;
ama sükûnet de öyledir.
Kendinizden başlayarak, çevrenize yayabileceğiniz en büyük huzur; dingin bir ruh, anlayışlı bir bakış ve merhametle örülmüş bir dil olabilir.
“Kaygı geleceği tüketir, huzur ise bugünü çoğaltır.”
Yeni yazılarda görüşmek dileğiyle,
Dr. Haluk Hastarhanacı